Osmanlı'da Göç Hareketleri ve Göçmenler (1750-1918)

Osmanlı Coğrafyasında gerçekleşen göç hareketleri nelerdir? Göçmen tabiri ne demektir. Göçmenler nereden gemişlerdir. Osmanlıda göç hareketleri ile ilgili her şey..
Osmanlı'da Göç Hareketleri - Göçmenler

Ev Göçü;

Hemen her dönemde Osmanlı coğrafyasında bir iç göçten bahsetmek mümkündür. Özellikle merkezi otoritenin bozulduğu dönemlerde iç göçler kitlesel bir boyut kazanmaktadır.

Kırsal göçün ana sebebini köylülerin kendi aralarında ve sipahiyle olan anlaşmazlıkları oluşturmaktaydı. Bir diğer sebep toplum katmanları arasındaki hareketliliktir.

Bu tür hareketlilik iki şekilde oluyordu: Müslümanlar eğitim yoluyla askeri unsura dahil olurken bazı müslim ve gayrimüslimler de köyden şehre göç edip zenaat ve ticaretle meşgul oluyorlardı.

Devlet ziraî üretimin düşmesini ve dirlik sahibinin gelirlerinin azalmasını önlemek, çiftçinin çiftini çubuğunu terk edip göç etmesine engel olmak adına çiftbozan resmi ve geri iskân kanunu tedbirlerini uyguluyordu.

İç göçler daha ziyade bireysel ve grup göçleri şeklinde cereyan etmekteydi. Ama bazen kitlesel boyuta çıktığı da olmaktaydı.

Taşrada güvenliği zedeleyen unsurlar, kamu görevlilerinin suistimalleri, doğal afetler, yangınlar, salgın hastalıklar, savaşlar, aşırı nüfus artışı gibi olaylar kitlesel iç göç dalgalarını gündeme getirmekteydi.

17. yüzyılda Celali hadiseleri sonrası kitlesel boyutta bir iç göç dalgası cereyan etti. Bu süreçte köylülerin bir kısmı daha güvenli fakat tarıma daha az elverişli bölgelere yerleşirken; bir kısmı da hayvancılığa yöneldi.

18. yüzyılda güvenliği zedeleyen ve yeni göçlere zemin hazırlayan unsurların başında kapısız levendlerin eşkıyalık hareketleri gelir.

Köylerde işgücü fazlası erkek nüfus veya geçimini temin edemeyenler bağlı bulundukları sancak veya vilayet merkezi olan kentlere daimi veya mevsimlik olarak göç etmekteydiler.

Liman kentlerinde istihdam edilemeyenler ülke dışına veya Marmara istikametine yönelmekteydiler.

Aşiret iskânı

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar izlediği dışa ve içe iskân politikaları ile konar- göçer unsurlar büyük oranda yerleşik hale dönüştürülmüşlerdi. Bununla beraber Tanizmat dönemi itibarıyla henüz yerleşmemiş aşiret unsurları mevcuttu.

Aşiretleri iskân politikası başarılı bir şekilde gerçekleştirilirse vergi ve asker kaynakları da artacaktı. Bir diğer sebep ise aşiretlerin sosyal yapısına egemen olan feodal yapıyı kırmaktı.

Mora Göçmenleri

Rumlar Mora’da 1821’de isyan ettiler. isyanı, Hıristiyan-Müslüman çatışması şeklinde algılayan Avrupa kamuoyu asilere maddî ve manevî yardımda bulundu.

İsyan 1824 yılına kadar gelişerek devam etti. Nihayet ibrahim Paşa, Mora’nın büyük bir kısmında Türk hâkimiyetini tekrar tesis etti. Ancak Rusya, ingiltere ve Fransa 1827 Londra Antlaşması’yla bağımsız Yunanistan devletinin kurulmasına, Türklerle Rumların birbirlerinden ayrılmalarına karar verdiler.

Buna göre, Türkler Yunanistan’dan çıkartılacak ve malları Yunanlılar tarafından satın alınacaktı.

İsyan döneminde asiler, köy ve kasabaları teker teker basmaya başlayınca, çareyi ahali Modon ve Koron gibi sahil şeridindeki iskele ve kalelere sığınmakta buldu.

Türkler ya katledildiler ya da açlıktan telef oldular.

Rumlar verdikleri sözün aksine şehirdeki Türkleri katletmeye başladılar. Katliamdan kurtulmayı başarabilenler izmir ve Eğriboz’a sevk ve iskân edildiler.

Katliamdan kurtulmayı başarabilenler başta Anadolu sahilleri olmak üzere daha güven duydukları yerlere göç ettiler. Kuşadası ve izmir’e gelen Mora ve Atinalı göçmenler öncelikle Rumların terk ettiği meskenlere yerleştirildiler. Kimsesiz kadınlar ve çocuklar, hâli vakti yerinde olanların evlerine ikişer üçer kişilik gruplar hâlinde dağıtıldılar.

Moralı göçmenlerden bazıları ise İstanbul’a gelmeyi tercih etmişlerdi. Bunlardan muhtaç olanlara kira yardımı yapıldı ve maaş bağlandı.

1828-1829 Göçleri

1828-1829 Savaşı esnasında Rumeli, Kafkasya ve Anadolu’da cephe ve cephe gerisindeki topluluklar yerlerinden oynadı.

Müslüman ahalinin bir kısmı da daha güvenli olduklarını düşündükleri yerlere çekildiler.

Müslüman ahalinin bir kısmı en yakın dağlık veya ormanlık alana sığındı. Bazıları da işgal tehlikesi taşımadığını düşündükleri şehir ve kasabalara yöneldiler.

1828- 1829 Savaşı esnasında Doğu ve Kuzey Anadolu halkı işgal veya işgal tehlikesi üzerine göç yollarına düşebilmiştir. Örneğin, Erzurum, Kars, Gümüşhane ve Bayburt civarından çok sayı da Müslüman ahali çiftini çubuğunu terk edip iç Anadolu’ya doğru çekilmiştir. Uzak bölgelere gitmeyi göze alamayanlar ise yakındaki dağ köylerine, ormanlara, mağaralara sığındılar.

Reaya ise rüşvet, cebir ve zor kullanarak terk edilmiş mahsul ve gayrimenkullere el koyabilmekteydi. Bu nedenle Babıâli söz konusu göçleri benimsemiyordu.

Osmanlı askerî makamlarına göre göç bölgenin daha kolay bir şekilde işgal edilmesine sebebiyet verebilirdi.

Osmanlı diplomatlarına göre de yerleşim alanlarının boşalması halinde diplomatların barış görüşmelerinde eli zayıflayabilirdi.

Ahıska tarafından çok sayıda Müslüman ahali çift ve çubuğunu geride bırakmak suretiyle Amasya, Tokat, Zile, Yenihisar gibi kazalara gelmişlerdir.

Kafkasya’dan iltica edenler Sivas, Tokat ve Amasya civarına yerleştirildiler.

Cezayir ve Tunuslu Göçmenler

Fransa, 1830 yılında Cezayir’i işgal etti. işgal sahasındaki Cezayirliler iç bölgelere çekilerek Emir Abdülkadir’in liderliğinde Fransız kuvvetlerine karşı direndiler.

Birçok yerleşim alanı tahrip edildi. Bu mücadeleler esnasında direnme gücünü yitiren Emir Abdülkadir Fas’a iltica etti.

Fransa, 1848’de Cezayir’i ilhak ettiğini ilan etti ve ülkenin idaresini geniş yetkilerle donattığı genel valiye verdi.

Genel valilik sahil şeridine Hıristiyan nüfus yerleştirmeye çalıştı. Bu politikanın başarıya ulaşmasını sağlamak için Avrupa’dan Cezayir’e yönelik Hıristiyan göçünü teşvik edici kararları uygulamaya koydu.

Bu uygulamaların bir sonucu olarak 1911’e gelindiğinde kıyı şeridinde 750 bin nüfuslu Fransız, italyan, ispanyol ve Maltalılardan oluşan bir koloni ortaya çıktı. Bunlara yerlilerin elindeki araziler dağıtıldı.

Yerli Müslümanlar ise iktisadî, siyasî ve dinî baskı yoluyla sindirilmeye çalışıldı. Söz konusu baskılar, ekonomik sıkıntılar ve özellikle ödemesi ağır vergiler Cezayirlilerin göç kararı almalarına sebebiyet verdi.

Osmanlı tâbiiyetinde bulunan Cezayirli göçmenler on sene vergiden, yirmi sene askerlik hizmetinden muaf tutulurken kendilerine mîrîden karşılıksız arazi de tahsis edildi.

Fransa Cezayir’den sonra Tunus’u işgal etti. Benzer politikaları burada uyguladı. işgale karşı direnen 100 bini aşkın Tunuslu, Trablusgarp vilâyetine iltica etti.

Osmanlı Devleti, işgal esnasında Türkiye’de ikamet etmekte olan veya işgal sonrası göç eden Tunuslu Müslümanları Osmanlı tebaası gibi muameleye tâbi tutmaktaydı. Ama bu durumda Fransız konsoloslukları Tunusluları Cezayirli olarak konsolosluk defterlerine kaydediyorlardı.

Kırım Göçmenleri

Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine girmesini müteakip Kırım’dan pek çok kişi Rumeli ve Anadolu’ya geldi.

Kırım Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile bağımsız bir devlet haline dönüştürüldü. Bağımsızlık dönemini Rusya’nın müdahaleleri sonucu iç çatışmalarla geçirdi.Bu dönemde pek çok Kırımlı idareci, asker ve sivil Osmanlı ülkesine iltica etti.

Rusya, 1783 yılında Kırım’ı işgal ve ilhak etti.

Rus bürokrasisi Kırımlı sivillere de tedrici bir şekilde göçürme politikası uyguladı. Türklerin boşaltacağı yerlere Slav unsur, yeterli olmazsa diğer Hıristiyan unsurların yerleştirilmesi planlandı.

1783 sonrasında kitle göçü mahiyetindeki ilk dalga 1792-1793 yıllarında gerçekleşti. Bunu 1802-1803, 1812-1813 ve 1830’lu yıllardaki dalgalar takip etti.

En büyük göç dalgası ise 1853-1856 Kırım Harbi’ni müteakip on yıl içinde oldu. Kırım Savaşı sonrası, Türklere yönelik şilî ve psikolojik baskılar arttı. Bu ortamda Türklerin Rusya içlerine sürülecekleri söylentileri giderek yaygınlık kazanmaya başladı.

Bundan ilk etkilenenler Deşt-i Kıpçak bozkırında yaşayan ve Kırım hanlık ahalisinin en önemli unsurlarından birisi olan Nogaylardı. Nogaylar 1859’da Osmanlı coğrafyasına yönelik büyük bir göç hareketini başlattılar. Kıpçak bozkırları bu göçle hemen hemen tamamen boşaldı.

Neticede 1860’da ve onu takip eden bir kaç yıl içinde en az 200 bin kişi Kırım’ı terk etti. Göç edenler maddî ve manevî açılardan perişan oldukları gibi, geride kalanlar da vatanlarında nüfus itibarıyla azınlık durumuna düştüler.

Göçmenlerin çoğu gemilerin batmasıyla göç yollarında helâk olmuşlardı. Geçici iskân bölgelerine ulaşmayı başaranlar ise uzun süre aç ve açıkta kalabilmişlerdir. Hatta salgın hastalıklar sebebiyle binlercesi telef olup gitmişti.

Kırım’dan Osmanlı coğrafyasına yönelik göçler Birinci Dünya Savaşı’na kadar ferdî boyutlarda devam etti.

Kafkas Göçmenleri

Kafkasya Rusya’nın Anadolu, iran ve Suriye’ye inişini engelleyen doğal bir settir. Kafkasların bu özellikleri ile Ruslar için askerî ve ticarî bir önemi vardır. Bu nedenle Rus çarları bu geniş ve verimli sahayı Ruslaştırmayı ve ahalisini kendine bağlamayı ilke edinmişti.

Rusya kuzey Kafkasya’ya sokulmaya başlayınca Rus-Çerkes çatışması patlak verdi. Kuban bölgesindeki Müslümanlar genel bir kıyıma maruz kaldılar. Bu umumî kırımdan kurtulan Çerkes ve Nogaylar, Kuban nehrinin sol sahiline iltica ederken Nogayların bir kısmı da Ruslar tarafından Kırım Türklerinin terk ettiği topraklara tehcir edildi.

Öte yandan, Ortodoks kilisesi vasıtasıyla bölge halkının bir kısmı Hıristiyanlaştırılacaktı.

Kırım Savaşı sonrası kendisini Kafkasya’da tamamen serbest hisseden Rusya, Kafkas toplumlarına karşı uzun yıllar sürecek olan taarruzlarını başlatacaktır. Rusları n bu saldırılarına karşı şeyh şamil’in liderliğindeki bir avuç Müslüman mücahidi direndi. şeyh şamil’in 1859 yılında teslim olmasıyla Müslümanların Ruslara karşı yaptıkları savunma harekâtı kuvvetinden çok şey kaybetti.

Genel direniş 1863-1864 yıllarında sona erdi. Bu tarihten itibaren Kafkasya’dan Anadolu’ya ve Rumeli’ye yönelik kitle göçleri yeniden başladı.

Rusya, Çerkesleri vatanlarını terk etmeye zorladı

Göç etmeye karar verenler, taşınabilir veya taşınamaz mal varlıklarını tazminat almaksızın Ruslara terk ederek köylerinden ayrıldılar. Kadın, çocuk, ihtiyar binlerce kişi, kitleler halinde dağlardan inerek Karadeniz sahillerinde birikti.

Karadeniz sahillerinde birikti. Buralarda kış ortamında korunmasız ve giyeceksiz uzun bir süre beklemek zorunda kaldılar. Ekserisi perişan ve telef oldu.

Bu limanlarda birikenler ise Tuna nehir yolu ve karayolu vasıtalarıyla Rumeli’nin iç kesimlerine sevk edildiler. Anadolu’ya yerleştirilecek olan göçmenler ise iskân bölgesine en yakın Karadeniz limanına taşınıyordu.

Göçmenlerin Rumeli’de ilk uğrak noktaları Varna’ydı. Buraya gelen göçmenler, geçici olarak şehirde misafir ediliyordu. Bu göçmenlerin yiyecek ve giyecek masrafları şehirde bulundukları sürece karşılandı. Ayrıca, hasta ve bakıma muhtaç göçmenler için şehrin Çatalçeşme mevkiinde baraka, çadır ve çardaklardan oluşan bir kamp açıldı. Burada hastalara devletçe görevlendirilen doktorlar baktı.

Doksanüç Göçü

Doksanüç Savaşı başlayınca Türk askeri makamları daha iyi savunma yapabilmek adına Tuna’ya kadar çekildiler.

Osmanlı kuvvetlerinin başarılı olamaması sonucu 1877’de Tuna’yı geçen Ruslar kısa sürede Balkanlara ulaştı. Ruslar işgal ettikleri sahada Bulgar idaresini kurmak ve Bulgar toplumunu teşkilatlandırmak amacıyla Prens Cerkasky’yi görevlendirdi.

Bulgaristan ismiyle kurulması planlanan sahada yaşayan Bulgar nüfus azınlıktaydı. Çerkasky Türk nüfusu yok etme yöntemini uygulamaya karar verdi. Bu siyaset, daha savaşın başında uygulamaya kondu. Türk halkı silâhsızlandırıldı. Bulgarlar silâhlandırıldı. Bulgar, Rus ve Kozaklar müştereken kitle imha harekâtı başlattılar. Bu politikaların sonucunda Müslümanların yüz binlercesi yok olurken hayatta kalabilenlerin de çoğu göçmen konumuna düştü.

Türkler göç yollarında da Rus askerlerinin, Bulgar çetelerinin ve Kozak süvarilerinin planlı veya plansız saldırılarına maruz kaldılar.

Saldırıdan kurtulmayı başaranlar soğuk ve açlıktan telef olur. Netice itibarıyla sadece bu olayda on binlerce Müslüman yaşamını kaybetti.

Mülteciler savaş sonrası ocaklarına geri dönmeyi düşünmekteydiler. Savaş sonrası ocaklarına dönmesi beklenilen göçmenler mümkün mertebe Rumeli topraklarında yerleştirilmeye çalışıldı. Buralarda yerleştirilemeyenler zorunlu olarak Anadolu’daki vilayetlere sevk edildiler.

Balkan topraklarının %70’inin Rusların kontrolüne geçmesi devletlerarası dengeyi altüst etmişti. . Bu nedenle Batılı devletler Berlin Kongresi toplandı.

Berlin Antlaşması ile sözde Osmanlı Devleti’ne bağlı Bulgaristan Emareti kuruldu ve Türklere azınlık statüsü verildi. Bulgar anayasası ile Türklere siyasî ve medenî haklar tanındı.

Savaş esnasında gerçekleştirilen katliamlara ve göçlere rağmen yeni idarenin hâkimiyeti altında büyük bir Türk nüfusu bulunmaktaydı. Bu nüfusu yok etmek için dünya kamuoyuna rağmen açıktan kitle imha siyasetini sürdüremeyen Bulgaristan, Türk toplumunu Türkiye’ye göçürmek suretiyle yok etmeyi plânladı.

Bulgar idaresinin Bulgarları çoğunluk hale getirmek için izlediği bir diğer yol, komşu ülkelerin vatandaşı olan Bulgarları Bulgaristan’a göç etmeye teşvik etmekti.

Göçmenlerin uzun süre geçici statüde barındırılmaya çalışılmaları şehirlerde salgın hastalıkların ortaya çıkmasına ve asayişin bozulmasına sebebiyet veriyordu. Kamu sağlığını korumak ve hazineyi büyük masraflardan kurtarmak amacıyla Babıâli bu göçmenlerin büyük bir kısmını daimi olarak yerleştirmeye karar verdi.

Daimî olarak yerleştirilmek üzere Anadolu’ya sevk edilen göçmenler iki yol takip ettiler. Birinci grup İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçerken diğer grup Varna, Ahyolu Bergosu, vb yerlere iskan ettirildi.

Türk göçmenlerin terk ettiği topraklardan Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan devletleri kuruldu.

Boşnakların Göçü

Bosna-Hersek, 17. yüzyılın sonlarından itibaren Türk hâkimiyetinden çıkan topraklarda yaşayan Müslümanların sığınağı oldu.

Osmanlı idaresinin son yıllarında Bosna-Hersek’in nüfusu bir milyonu biraz aşmaktaydı. Bu nüfus aynı kökenden gelmesine rağmen mezhep, din ve kültür farklılıkları yönünden Ortodoks Sırp, Katolik Hırvat ve Müslüman Boşnak olmak üzere üç gruba ayrılmaktaydı.

Türk hâkimiyeti döneminde Bosna-Hersek nüfusunun %70’i Müslüman, %30’u Hıristiyandı.

Doksanüç Savaşı’ndan sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya bırakıldı. 29 Temmuz 1878’de Avusturya işgale başladı.

Avusturya idaresi vilâyeti elde tutabilmek, Sırp ve Hırvat milliyetçiliğinin yayılmasını durdurmak amacıyla Bosna milleti oluşturmayı denedi. Başarılı olamayınca Müslüman- Sırp düşmanlığını körükledi. Öte yandan Müslümanları göçe zorlamaktaydı.

Yetişkin Müslümanlar, hususî cemiyetler tarafından Katolik mezhebini kabule zorlandı. Eğitim çağındaki Müslüman çocuklara ise yeni açılan okullarda Hırvat ve Alman kültürü dayatılıyordu.Bu yöntemlerle toplumun kültürel yapısının değiştirilemeyeceği anlaşılınca etnik temizlik metodu uygulamaya kondu.

1882-1900 tarihleri arasında Bosna-Hersek’ten Türk hâkimiyetindeki topraklara 120 bini aşkın göçmen geldi. Bu göçmenlerin yaklaşık yarısı ileriki tarihlerde ülkelerine geri döndü.

Girit Göçmenleri

1820’li yıllarda adada 129 bin Hıristiyan, 160 bin Müslüman yaşamaktaydı. 1866 da ise geniş ölçekli bir isyan çıkaran ada Rumları geçici bir hükümet kurarak Yunanistan’a iltihak kararı aldı. Sorun adaya adeta özerklik statüsü tanıyan fermanla aşılmaya çalışıldı. Elde edilen ayrıcalıklarla yetinmeyen Giritli Rumlar 93 Savaşı’ndan istifade ederek bir kez daha isyan ettiler.

Kırsal kesimde kendini güvende hissetmeyen Müslümanlar ilk etapta çareyi sahildeki kasaba ve limanlarda toplanmakta buldular.

1897’de Yunanistan adayı ilhak kararını ilan etti. Buna karşılık 1897’de Avrupa devletleri, Girit’in özerkliğini ilan ettiler. 21 Aralık 1898’de Yunan Prensi Yorgi Girit valisi olarak atandı. Girit Müslümanları hem baskı altında tutuluyor hem de mektepleri kundaklanıyordu.

Rumların bu hareketlerinden zarar gören ve bunalanlar ev, eşya ve arazilerini terk ederek Kandiye’ye iltica ediyorlardı.

Göç önce köylerden kentlere, ikinci aşamada da kentlerden Anadolu’ya yönelik gerçekleşti. Osmanlı idaresi göçü önlemeye yönelik çeşitli tedbirler almaya çalıştı. Buna rağmen göç önlenemedi.

Bütün bu gelişmelere rağmen adada kalmayı sürdüren Müslümanlar mübadele sözleşmesi sürecinde Türkiye’ye göç ettiler.

Anadolu’ya gelen Giritli göçmenler için Babıâli çeşitli önlemler aldı. Giritli göçmenler yararına iane komisyonları oluşturuldu. Göçmenler fakir hemşerilerinin çocukları’nı okutmak adına Maarif-perver Cemiyeti adı altında bir cemiyet kurdular.

Trablusgarp ve Bingazi Göçmenleri

1911 yılında İtalyanlar gözünü Trablusgarb’a dikmiş ve bunun için saldırıya geçmişlerdir.

Oniki adayı işgal ettiler. Dört yüz yıl boyunca imtiyazlı bir hayat süren adaların Rum halkı, italyanları kurtarıcı gibi karşıladı, hatta kiliselerde sözde kurtuluş ayinleri yaptılar.

18 Ekim 1912 tarihinde iki devlet arasında Uşi Antlaşması imzalandı.

Trablus şehri ve civar köylerin masum ahalisiyle beraber, kadın, çocuk, genç ve ihtiyar denilmeyip kurşuna dizildiler. Babıâli, Türk elçilikleri aracılığıyla italya’nın bu hareketini protesto etmekten başka bir şey yapamadı. italyanlar savaş esnasında ele geçirdikleri esir ve yerli halkı n bir kısmını gruplar halinde idam ederken, bir kısmını da sürdüler.

Oniki adadan göç eden Müslümanlar da vardı. Trablusgarp ve Bingazi mültecileri, genellikle italyanlar tarafından Şume ve Marsilya gibi şehirlere sevk ediliyorlardı. Buradan Avrupa vapur kumpanyaları tarafından İstanbul, izmir, iskenderiye ve Beyrut limanlarına taşınmaktaydılar.

Dullar ve malûl çocuklar Dârülâceze’ye, kimsesiz kızlar ise, güvenilir ve hâli vakti yerinde olan ailelerin yanına yerleştiriliyorlardı. şehirde yakını ve tanıdığı bulunmayanların ise, iskâna elverişli mesken ve binalara yerleştirilmeleri gerekiyordu. Bu gibiler, zabıta ve belediye memurlarınca arzu ettikleri yerlere veya otellere yerleştirildiler. Muhtaç olanlar ilgili komisyonca iaşe edildiler.

Trablusgarp ve Bingazi mültecilerinin toplam sayısı bilinmemekle beraber kitlesel boyut kazanmadığı söylenebilir.

Balkan Savaşları ve Göç

Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan Karadağ’ın müttefiki olarak 17-18 Ekim 1912’de savaşa dahil oldular.

Sırp, Bulgar, Yunan ve Karadağlı komitalar ve askerî birlikler savaş esnasında Müslüman sivil halkı yok etme politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlere giriştiler.

Sırp ve Bulgar komiteleri tarafından Manastır Vilayeti dahilindeki hemen bütün Müslüman köyleri yakılmış, köylülerin bir kısmı katledilmişti. Katliamdan kurtulan yaklaşık 15 bin kişi Manastır’a sığınmıştı. işgal sonrası göçmenler başta Selanik olmak üzere en yakın liman ve iskelelere ulaşmaya çalışıyorlardı.

ikinci Balkan Savaşı esnasında Selanik kentine 135 bin Müslüman göçmen geldi. Bunların bir kısmı zamanla yurtlarına dönmeye çalıştı. Bir kısmı da Anadolu’ya sevk edildi. Söz konusu sevkıyata rağmen kuzeyden ve batıdan gelenler sebebiyle şehirdeki göçmen sayısı düşürülemiyordu.

Müslüman halkın kitlesel olarak sığınmaya çalıştığı şehirlerden birisi de Edirne’ydi.

Edirne 26 Mart 1913’de düştü. Kent Bulgarlarca üç gün talan edildi. Bulgar askerlerinin ve Hıristiyan ahalinin yürüttüğü talanda öncelikli hedef Türk ev ve dükkânlarıydı.

Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan idareleri ocaklarını terk eden Müslümanların yerlerine Hıristiyan göçmenleri yerleştirdi.

Şark Mültecileri

Rusya 1915- Nisan 1916 tarihleri arasında Van, Bitlis, Muş, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan ve Trabzon’u işgal eder. Rus işgal sahasında Rus, Kozak ve bilhassa Ermeni çeteleri tarafından bir milyonu aşkın Müslüman katledildi

Katliamdan kurtulmayı başarabilenler ırz, namus ve can güvenliğini sağlamak amacıyla iç bölgelere iltica ettiler.

Göç yollarına düşenler karadan veya denizden Giresun ve Ordu’ya ulaşmaya çalıştılar. Mültecilerin büyük bir kısmı terk edilmiş evlere yerleştirildi. Özel komisyonlar vasıtasıyla mültecilere ekmek ve ekonomik gücüne göre nakdî yardım yapıldı.

1916 tarihine kadar Sivas’a gelen mülteci sayısı 300 bini bulmuştu.

İşgal altında olan toprakların tekrar Türklerin hakimiyetine geçmesi neticesinde mültecilerin bir kısmı geçici olarak yerleştikleri yerlerden ayrılmak istemiyordu. Yurtlarına dönmeyi başaranların büyük bir kısmı meskenleri işgal döneminde tahrip edilmesi sebebiyle viranelerde veya taş kovuklarında aç ve seşl bir şekilde hayatlarını sürdürüyorlardı. Bu duruma son verebilmek için tahrip edilmiş olan meskenlerin bir an önce tamir edilmesi gerekliydi. Bu hususta 1922 yılı bütçesine 500 bin lira tahsisat kondu.

Geri dönenlere ekim vakti mısır, sebze ve bostan tohumluğu dağıtıldı. 1914- 1918 yıllarını kapsayan genel mahiyette bir vergi affı getirildi. Alınan önlemlere rağmen 1919’da açlık, sefalet, salgın hastalık ve iskân meselesi bütün şiddetiyle devam ediyordu.

Bu nedenle Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne ait imdat heyetleri Trabzon, Erzincan ve Erzurum yöresine hareket ettiler. Bu heyetler, yöre halkına din, mezhep ve millet ayrımı yapmaksızın yiyecek, giyecek ve ilaç yardımında bulundu.

Batı Anadolu Göçmenleri

15 Mayıs 1919’dan itibaren Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgali yeni bir mülteci sorununu gündeme getirdi. Yunan kuvvetleri işgal ettiği şehirlerde Türk güvenlik kuvvetlerinin ve sivil halkın elindeki silâhları toplayarak Türk toplumunu yerli gayrimüslimlere karşı savunmasız bir duruma düşürüyordu.

Toplanan silâhlar Yunan ordusundan temin edilenlerle birlikte Hıristiyanlara veriliyordu. Arkadan, subay, memur, imam gibi toplumun kanaat önderleri sudan sebeplerle hapsedilir, sürülür veya öldürülür. Amaç, Türk toplumunu işgallere karşı örgütleme yeteneğine teorik olarak sahip olduğuna inanılan potansiyel lider adaylarını yok etmektir.

Yunanlının halkı silâhsızlandırmaya kalkması Türklerin karşı koyma iradesini arttırdı. Hatta işgallere karşı direnmek amacıyla mahallî kongreler tertip edildi.

Türk köylüsü kaçıp göçmeye başladı. Göç eden Türk köylüsünün ilk hedef kendini güvende hissedeceği en yakın Türk köyüne sığınmaktı.

Yunanlılar Marmara’ya doğru ilerlerken göç eden Türklerin geri dönüş ümidini yok etmek için malı mülkünü yakıyorlardı. Ama ricat esnasında, arta kalan Türk evleri ve köyleri Yunanlılarca ateşe verildi. Geri çekilme güzergâhı ndaki Türkler ya esir edildi ya da öldürüldü.


Göç ve Göçmenler Serisi