Sosyolojide teknolojiyi ele alırken ilk sorulan sorulardan
biri şudur:
Teknoloji mi toplumu şekillendirir yoksa toplum mu
teknolojiyi?
Bu ilişkide toplumun önemini vurgulayan SCOT (Social Construction of Technology/Teknolojinin Sosyal İnşası) yaklaşımını tanıtmaya çalışacağız.
SCOT’u daha iyi anlamak için öncelikle karşısında
konumlandığı Teknolojik Determinizme bakmakta fayda var. Çünkü 19. yy’da
kapitalizmin gelişimini izaha yönelen büyük anlatıların sahipleri Teknolojik
Determinizmi yaygınlaştırmışlardı.
20. yy’da teknoloji tarihi üzerine yapılan detaylı
çalışmalar ise SCOT’un yaygınlaşmasına sebebiyet verdi. Detaylara girince
olayın uzaktan göründüğü gibi olmadığı anlaşıldı.
Teknolojik determinizme inananlar, teknolojiyle toplumu ayrı
evrenler olarak düşünür. Teknoloji kendi evreninde “tekniğin” kendi iç
mantığına bağlı gelişir ve sosyal evren karşısında özerktir. Onun lineer ve tek
yönlü ilerleyişi sorgulanamaz ve geri döndürülemez.
![]() |
Teknoloji Mi Toplumu Şekillendirir Yoksa Toplum Mu Teknolojiyi Şekillendirir? |
Sosyal evren ise teknoloji karşısında özerk değildir.
Teknolojideki değişimden doğrudan etkilenir. Bu yaklaşımda inceleme nesnesi
teknolojiyi doğuran sebepler değil, teknolojinin toplumsal sonuçlarıdır.
Teknoloji bir kara kutudur; nasıl oluştuğundan ziyade etkileri önemlidir.
Yaklaşımın düşünsel kökenleri Karl Marx’a, kavramsal
kökenleri Thorstein Veblen’e dayandırılır. Marx üretim araçlarındaki değişimi
dünya tarihindeki büyük siyasi ve toplumsal kırılmaların merkezine koymuştu.
Darwin’in Evrim Teorisini iktisata uyarlamaya çalışan Veblen
de benzer şekilde Kurumsal Evrim teorisinde sosyal değişimin başlatıcısı rolünü
teknolojik değişime vermişti.
Marx’ın materyalizm temelli okumalarını göz önünde
bulundurduğumuzda bu görüş çok garip kaçmasa da Veblen’in böyle düşünmesi biraz
şaşırtıcıydı. Çünkü Veblen düşüncelerini iktisadi davranışları toplumsallıktan
soyutlayan indirgemeci yorumların karşısında konumlandırmıştı.
Demek ki teknoloji o yıllarda Veblen için dahi henüz,
iktisatçıların tabiriyle, “dışsal” bir faktördü. Teknolojinin toplumsal
süreçlerde “içselleştirilmesi” için ise teknoloji tarihinin biraz daha fazla
incelenmesi ve bilim sosyolojisi alanının daha fazla gelişmesi gerekiyordu.
Bilim ve Teknoloji Çalışmaları (Science and Technology
Studies, sonraları bu ikiliye “Toplum” [Society] da eklenecek ve alan STSS
olarak kodlanacaktır) sahasındaki çalışmalar meyvesini 1980’li yıllarda
verecektir.
Bu noktada bir parantez açmakta fayda var: Bu döneme
gelmeden farklı gerekçelerle teknolojik determinizme itirazların yükseldiği
olmuştur. Fakat söz konusu döneme kadar meşruiyetini bilimsel bulgulardan alan
kapsayıcı kuramsal modellerin geliştirildiğini söylemek zordur.
Örneğin modern Hindistan’ın kurucu lideri Gandhi ve
takipçileri teknolojik determinizme itiraz ettiler ve teknolojinin gelişiminin,
sosyal ve siyasi evrene gömülü olduğunu savundular. Yeni tekstil makineleriyle
ilgili tercihlerin toplumu dikkate alarak yapılmasını istediler.
SCOT ekolünün doğuş öyküsü, bilimsel üretimin yapısının
bireyselden kolektife evrilişini ve ağların bilimsel araştırmalara etkisini
göstermesi açısından da son derece ilginçtir.
Başlangıç; 1982 yılında, ikisi de 30’lu yaşların başındaki
iki genç bilim adamının karşılaşmasıdır.
İngiliz bilim sosyoloğu Trevor Pinch ile Hollandalı
teknoloji sosyoloğu Wiebe Bijker yeni kurulan European Association for the
Study of Science and Technology (EASST)’in Avusturya’daki toplantısında
tanışırlar ve ayrı ayrı sürdürdükleri çalışmalarını birbirleriyle paylaşırlar.
Bu görüşme sonucunda da toplumsal süreçlerin diğer alanlara
etkisini analiz eden Toplumsal İnşacılık/Belirlenimcilik (Social
Constructivism) yaklaşımını teknoloji tarihine uyarlayarak yeni bir teknoloji
analiz yöntemi geliştirmeye karar verirler.
Bunun için Pinch’in bilimsel gelişim üzerine yaptığı detaylı
çalışmalarla Bijker’in teknoloji araştırmalarını ortak bir üniversite
projesinde birleştirirler. Projedeki bulgularını önce Fransa’da düzenlenen bir
bilimsel toplantıda sunarlar.
Toplantıda bilim sosyolojisi alanındaki araştırmacılardan
beklediklerinin üstünde bir ilgiyle karşılanırlar. Bu yaklaşımın sürdürülmesi ve
derinleştirilmesi için bir çalıştay düzenleme kararı alınır.
Başta dönemin bilinen isimlerinden Thomas Hughes olmak üzere
Amerika’dan teknoloji tarihçileri de çalıştaya davet edilir.Teknolojiye
tarihsel, sosyolojik ve felsefi açılardan bakıldığı ve altı farklı ulustan
katılımın gerçekleştiği 30 kişiyle sınırlı bir çalıştay organize edilir.
Bu çalıştaydaki fikir alışverişleriyle SCOT’un bel kemiğini
oluşturacak olan Social Construction of Technological Systems kitabının
temelleri atılır. Bu kitapta teknolojinin birçok alanındaki gelişmeler
(bisiklet, füze, elektrikli araçlar vb.) yeni bir yaklaşımla ele alınacaktır.
Prensipler belirlenir.
3 yaygın eğilimden kaçınılacaktır:
- Bireysel mucitler, araştırmaların merkezine
konumlandırılmayacak,
- Teknolojik determinizmden etkilenilmeyecek,
- Teknolojinin gelişiminin teknik, sosyal, ekonomik ve
politik yönleri arasındaki ayrımlar kaldırılacak.
Nelerden kaçınacaklarını belirledikleri gibi nelerden
faydalanacaklarını da belirlerler. Yararlanacakları yaklaşımlar sosyal
bilimlerde o zamana kadar kara kutu olarak kabul edilen teknolojinin üzerindeki
perdeyi kaldırmaya çalışan yaklaşımlar olmalıdır.
Buradan hareketle üç yaklaşım seçilir:
1.Bilimsel Bilginin Sosyolojisi alanında o dönemlerde
kendini gösteren “sosyal inşacı” yaklaşım,
2.Teknoloji tarihçisi Thomas Hughes’in çalışmalarından neşet eden ve teknolojiyi “sistem” metaforu aracılığıyla ele alan yaklaşım,
3.İnsan faillerle insan dışı nesneler arasındaki ayrımı
kaldıran ve ikisinin de etkisini “aktör şebekeler” (actor networks) kavramında
birleştiren yaklaşım.
SCOT, teknolojinin toplumla etkileşimini analiz etmek için
birkaç kavram önerir. Belirli bir teknolojiyle ilişkili “sosyal gruplar”
(relevant social groups) hem birbirleriyle hem de o teknolojiyle etkileşimde
bulunurlar. Bu etkileşime bağlı olarak bazı tercihlerde bulunurlar.
Söz konusu sosyal grupların tercihlerinde teknolojiye dair
varsayımları, beklentileri ve bilgileri önemli bir rol oynar. Gerçekte
teknolojinin ne olduğu yanında teknolojinin sosyal olarak konumlandırılışı
“teknolojik çerçeve” (technological frame) olarak tanımlanır.
Teknolojik çerçevelerin toplumsal, kültürel ve siyasi etkiye
açık olması sebebiyle farklı sosyal gruplar aynı teknolojiyi farklı şekilde
yorumlayabilirler. Teknolojiyle ilgili bu “yorumlayış esnekliği”, “interpretive
flexibility” olarak kavramsallaştırılır.
Dolayısıyla toplumsal aktörlerin sosyal, kültürel, ekonomik
ve siyasal kaygılarla yüklü tercihleri teknolojinin tasarımından tutun
yaygınlaşmasına kadar tüm süreçlerde şekillendirici bir işleve sahiptir.
Bir başka deyişle teknolojiye tamamen özerk bir alan
tanımlayanlar yanılmıştır. Tekniğin iç mantığı veya üreticinin fayda-maliyet
analizi, teknolojinin yönünün ve içeriğinin belirlenmesinde tek faktör
değildir. Diğer toplumsal ve siyasal hususlar da dikkate alınmalıdır.
SCOT yaklaşımı teknolojinin toplumsal olarak inşa edildiğini
göstermekle sadece bilimsel bir metodoloji önermemiştir. Teknolojinin toplumsal
tercihlerle evrildiğini göstermiş ve teknolojinin yıkıcı etkileriyle ilgili
sorumluluğu “bizim” sırtımıza yüklemiştir.
Aynı zamanda teknolojinin lineer bir çizgide ilerlemediğini, zaman zaman farklı yollara sapılabileceğini, hatta bazen geri dönüşlere başvurmanın toplumun seçenekleri arasında olduğunu da hatırlatmıştır.